Bazen insanlar içerisindeki stresi atmanın yolu olarak depresif filmler izlemeyi, ağlamayı ya da kötü olaylarla ilgili empati yapmak isteyebiliyor.

Arcane'in 2. sezonundan ilk fragman geldi! Arcane'in 2. sezonundan ilk fragman geldi!

Çok romantik bir film sizi ağlatabilir ya da The Road gibi yalnızlık duygusunu hissettiren filmler size depresif hissettirebilir. Birçok film çok farklı şekillerde size kendinizi kötü hissettirebilecek bir depresyon duygusunu aşılayabilir.

Bu kez sizler için seçtiğimiz 8 film, muhtemelen kötü hissetmenize neden olacak depresif filmler.

İşte izlerken size kötü hissettirecek en depresif 8 film:

Not: Filmler karışık şekilde listelenmiştir. Herhangi bir sıralama yoktur. Siz de önerilerinizi yorumlarda bizimle paylaşabilirsiniz.

1- The Mist (2007)

Frank Darabont'un yönettiği Stephen King uyarlaması The Mist, kötü CGI ve genel olarak basit bir film olmasına rağmen, kasvetli ortamı, ve izleyicileri şok eden sonuyla sizi çok etkilyecek bir yapım.

2- Requiem for a Dream (2000)

Uyuşturucu bağımlısı bir genç, televizyon bağımlısı annesi ve aralarında günden güne yükselen bir uçurum... Uyuşturucu batağı içerisindeki Harry’nin hayattaki tek amacı daha fazla uyuşturucuyken; umutsuz annesini hayata bağlayan tek şey en sevdiği yarışma programıdır. Bir gün bu yarışmaya katılmaya hak kazandığında tek derdi, ödül olan kırmızı elbiseye girebilmek olacaktır. Yaşlı ve mutsuz kadın zayıflama hapları kullanmaya başlar.

3- The Road (2009)

Bir baba ve oğlu, nasıl başladığı ve ne olduğu belirtilmemiş, dünyayı kaplayıp uygarlığı yok eden yıkıcı afete karşı insanlığını kaybetmeden hayatta kalma mücadelesi vermektedir ve sürekli güneye doğru giderek daha rahat yiyecek bulup daha sıcak bir iklimde yaşamayı umut etmektedirler. Birçok hayvan ve bitki türü yok olmuştur. Yaprağı kalmayan ve kökleri zayıflayan ağaçlar birbiri ardına devrilmektedir. Güneşin çoğunlukla kendini gösteremediği dünyada hayatta kalan çok az insanın büyük bir bölümü toplayıcılık ve yamyamlıkla yaşamını sürdürmeye çalışmaktadır. Çoğunlukla rüya sahneleriyle sağlanan geçmişe dönüşlerle adamın felaketlerin başlangıcında eşiyle yaşadıkları zamanla ele alınmaktadır.

4- Pet Sematary (1989)

Stephen King'in çok satan kitabından uyarlama olan bu 1989 filmi, hayat trajedilerle dolu olsa da, ölümden sonraki hayatın daha kötü olabileceği fikrini anlatıyor diyebiliriz.

“Bazen ölmek daha iyidir.”

5- Jacob's Ladder (1990)

Vietnam Savaşı'nın arkasında bıraktığı travmayı daha iyi işleyen bir film yoktur sanırım. Oyun dünyasının en önemli korku serisi olan Silent Hill'in de ilham kaynağı olan bu yapım, travmatik stres hissini ve kafa karıştırıcı, kabus gibi olayları izleyiciye inanılmaz bir şekilde yansıtıyor.

6- Atonement (2007)

1935 yazının en sıcak gününde, on üç yaşındaki Briony Tallis, ablası Cecilia'nın soyunup yazlık evlerinin bahçesindeki küçük havuza girdiğini görür. Tıpkı Cecilia gibi Cambridge'den yeni dönmüş olan çocukluk arkadaşı Robbie Turner de kızı gözlemektedir. O gün sona ermeden bu üç gencin hayatı bir daha düzelmemek üzere değişmiş olacaktır. Robbie ile Cecilia başlangıçta hayal bile etmedikleri bir sınırı aşacak ve küçük kızın hayal gücünün kurbanı olacaklardı. Başkalarına ait sırlara tanık olan Briony, bir suç işleyecek ve bu suçun kefaretini ödemek için ölene kadar çabalayacaktır. Booker Ödüllü yazar Ian McEwan'ın en yetkin kitabı olan Kefaret, edebiyat çevrelerinin alkışladığı bir başyapıt. Çocukluğu, aşkı, savaşı, İngiliz toplumunu ve sınıf ayrımını akıcı, etkileyici bir anlatımla sunarken utanç ve bağışlama, kefaret ve günahları hoşgörmenin güçlüğü üzerinde düşünmeye yöneltiyor.  

7- Videodrom (1983)

Videodrome, David Cronenberg yönetmenliğinde çekilen 1983 yılı Kanada ABD ortak yapımı bir bilimkurgu gerilim filmidir. Filmde izlediği şiddetli pornografik içerikler sonrasında gitgide gerçeklik ile bağını yitiren bir özel televizyon kanalı sahibinin hikâyesi anlatılır.

8- The Man Who Fell to Earth (1976)

Walter Tevis’in 1963 yılında kaleme aldığı aynı isimli romandan sinemaya uyarlanan The Man Who Fell to Earth, ölümcül bir kuraklık yaşayan gezegenine su göndermek amacıyla dünyaya gelen bir uzaylının çabalarını ve dünyadaki yaşama ayak uydurmasını, hatta onun tarafından sindirilmesini anlatıyor. Dünyada Thomas Jerome Newton ismini alan uzaylı, gezegeninin gelişmiş teknolojisini dünyada kullanarak bir uzay gemisi yapmak için gereken parayı toplamaya çalışıyor. Fakat bir süre sonra alkol, seks, televizyon gibi “dünya zevkleri” ile tanışan Newton amacından uzaklaşıyor. Uzaylı olduğunun fark edilmesiyle ise devlet tarafından tutuklanıyor ve yıllar boyunca tıbbi testlere tabi tutuluyor. Newton’u oynayan ünlü şarkıcı David Bowie’nin ilk filmi olan The Man Who Fell to Earth, ilginç bir atmosfere sahip, dünya yaşamına yerinde eleştiriler yönelten değerli bir yapım

Editör: Burak Karahan